Vakıf Üniversitelerine Kayyım Atanması: İstanbul Bilgi Üniversitesi Kararı ve Hukuki Çerçeve

9/15/2025Dernekler ve Vakıflar Hukuku

Yükseköğretim Kurulu, 11.09.2025 tarihli basın açıklamasında, Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı’nca Can Holding’e yönelik yürütülen adlî soruşturma kapsamında holdinge bağlı şirketlerle birlikte İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin de sürece dâhil edildiğini bildirmiştir. Buna müteakip Küçükçekmece 9. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 12.09.2025 tarihli kararı ile üniversite kurucu vakfı olan Bilgi Eğitim ve Kültür Vakfı’na kayyım atanmış, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun ek 11. maddesi uyarınca Üniversite Mütevelli Heyeti’nin ve tüm yöneticilerin görevine son verilmiştir. Üniversite tarafından yapılan açıklamada ise akademik ve idari süreçlerin aksamadan sürdürüleceği ifade edilmiştir.

2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ve Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği’nde, vakıf üniversitesine doğrudan kayyım atanmasına ilişkin bir düzenleme bulunmamaktadır. Anılan mevzuat, esasen gözetim, denetim ve değerlendirme mekanizmalarını öngörmekte; Yükseköğretim Kurulu’na vakıf üniversiteleri üzerinde mali, idari ve akademik denetim yapma, bu denetimlerin sonucuna göre ise faaliyet izninin geçici olarak durdurulması veya kaldırılması gibi yaptırımlara karar verme yetkisi tanımaktadır. Somut olayda İstanbul Bilgi Üniversitesi bakımından herhangi bir Yükseköğretim Kurulu kararı bulunmadığından, kurucu vakfa kayyım atanmasının üniversite ölçeğinde doğuracağı usulî ve maddi sonuçların tartışılması gerekmektedir. Bu noktada ek madde 11/11, müdahalenin en açık yasal dayanağını oluşturmaktadır:

“Kurucu vakıflarına kayyım tayin edilen veya faaliyet izni kaldırılan vakıf yükseköğretim kurumu mütevelli heyet başkanı ve üyeleri ile tüm yöneticilerinin görevleri kendiliğinden sona erer. Bu vakıf yükseköğretim kurumunda çalışmakta olan akademik ve diğer personelin hizmet sözleşmeleri hakkında 4857 sayılı İş Kanunu hükümleri uygulanır.”

Eldeki olayda, Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talebi üzerine kurucu vakıf olan Bilgi Eğitim ve Kültür Vakfı’na kayyım atandığı anlaşılmaktadır. Türk Medeni Kanunu madde 101–117 ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu uyarınca vakıfların gözetim ve denetimi esasen Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne aittir. Nitekim 5737 sayılı Vakıflar Kanunu’nun 10. maddesinde de açıkça belirtildiği üzere, “Telafisi imkânsız sonuçlar doğurabilecek hâllerde dava sonuçlanıncaya kadar, Meclis kararı üzerine Denetim Makamınca vakıf yönetiminin geçici olarak görevden uzaklaştırılması ve kayyımca yönetilmesi ihtiyati tedbir olarak mahkemeden talep edilir.” Bununla birlikte, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ek madde 10, vakıf üniversiteleri bakımından özel bir hüküm getirmektedir:

Vakıflar tarafından kurulacak yükseköğretim kurumları çalışmalarını Devlet yükseköğretim kurumları gibi, her ders yılı sonunda Yükseköğretim Kuruluna sunarlar. Bu kurumlar mali, idari ve ekonomik konularda Yükseköğretim Kurulunun gözetim ve denetimine tabidirler.”

Dolayısıyla, kurucu vakfa yönelik kayyım atamaları söz konusu olsa da bu durum, üniversitenin faaliyet izninin geçici olarak durdurulduğu veya kaldırıldığı anlamına gelmez. Yükseköğretim Kurulu’nun her yıl gerçekleştirdiği olağan denetimler sonucunda vakıf üniversitesinin faaliyet izninin geçici olarak durdurulmasını veya kaldırılmasını gerektiren bir fiil tespit edilmemişse, üniversitenin akademik ve idari işleyişine doğrudan müdahale edilmesi mümkün değildir. Aksi yöndeki uygulamalar, yükseköğretimde özerklik ve hukuki güvenlik ilkeleri bakımından ciddi tartışmalara yol açmaktadır.

Öte yandan ek madde 11 uyarınca kurucu vakfa kayyım tayini, yalnızca üniversite mütevelli heyeti başkanı ve üyelerinin değil, üniversite yönetiminde görev yapan tüm yöneticilerin de görevlerinin kendiliğinden sona ereceğini öngörmektedir. Ancak burada geçen “yönetici” kavramı tartışmalıdır. Zira Yükseköğretim Kanunu, “yönetici”yi doğrudan tanımlamaz. Dolayısıyla ek madde 11’deki “tüm yöneticiler” ifadesinin dar anlamda yalnızca rektör ve rektör yardımcılarını mı, yoksa geniş anlamda akademik yöneticileri (dekan, enstitü ve yüksekokul müdürleri vb.) ve idari yöneticileri (genel sekreter, yardımcıları, koordinatörler vb.) de kapsayıp kapsamadığı belirsizdir. Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği, Üniversitelerde Akademik Teşkilât Yönetmeliği ve İstanbul Bilgi Üniversitesi Ana Yönetmeliği incelendiğinde, “yönetici” kavramının farklı düzenlemelerde çeşitlendirildiği görülmektedir. Dolayısıyla, ek madde 11’in uygulanmasında “yönetici” kavramının kapsamının kanun koyucu tarafından açıkça belirlenmesi ya da Yükseköğretim Kurulu tarafından açıklayıcı düzenleme yapılması büyük önem arz etmektedir. Böylelikle kayyım atamalarının yarattığı idari sonuçlarda öngörülebilirlik ve hukuki güvenlik sağlanabilecektir.

Vakıf Yükseköğretim Kurumları Yönetmeliği uyarınca mütevelli heyet, yükseköğretim kurumunda görevlendirilecek yöneticiler ve öğretim elemanları ile diğer personelin sözleşmelerini yapmak, atamalarını gerçekleştirmek, öğretim elemanı dışındaki personelin terfilerini ve görevden alınmalarını onaylamak, kurumun bütçesini kabul etmek ve uygulamaları izlemekle yetkili asli organdır. Bu çerçevede, Ek Madde 11’de yer alan “tüm yöneticiler” ifadesi, görevlerin kendiliğinden sona ermesini öngören istisnai bir düzenleme olması nedeniyle dar yorumlanmalıdır. Zira belirlilik ve öngörülebilirlik ilkeleri gereği, ağır sonuçlar doğuran hükümlerin kapsamı genişletilerek yorumlanamaz. Her ne kadar mütevelli heyetin dekan, enstitü müdürü ve genel sekreter gibi yöneticilerin sözleşme ve görevden alma süreçlerinde yetkili olduğu görülse de, bu durum onların Ek Madde 11 anlamında “yönetici” sayılmasını zorunlu kılmaz. Aksine, kanun koyucunun amacı kurucu vakıf ve mütevelli heyetin tasfiyesiyle birlikte üniversitenin temel idari yapısını korumak olduğundan, idari ve akademik işleyişin devamlılığını gözeten dar yorum daha isabetlidir. Bu itibarla “yönetici” kavramı, yalnızca üniversitenin günlük idaresinden sorumlu olan rektör ve rektör yardımcıları ile sınırlı kabul edilmeli; aksi halde ölçülülük ilkesiyle bağdaşmayan ve üniversitenin işleyişini felce uğratacak sonuçlardan kaçınılmalıdır.

Geçmiş Örnekler

  • Haliç Üniversitesi (2016): Yükseköğretim Genel Kurulu 12.05.2016 tarihli oturumunda Haliç Üniversitesine ilişkin olarak, "Vakıf yükseköğretim kurumlarının eğitim öğretim ile idari, mali ve ekonomik faaliyetlerinin gözetim ve denetimi ile inceleme ve soruşturma faaliyetlerine kasten engel olunması" fiilinin işlendiği gerekçesiyle (Yönetmelik madde 25/d), üniversite yönetiminin garantörü İstanbul Üniversitesi tarafından geçici olarak devralınmasına ve bir yıl süreyle yürütülmesine karar vermiştir. Diğer bir ifade ile Haliç Üniversitesinin faaliyet izninin geçici olarak durdurulmasına karar vermiştir.
  • Olağanüstü Hal Dönemi (2016): 21 Temmuz 2016 tarihinde ilan edilen OHAL döneminde çıkarılan 667 sayılı KHK’nın 2/1-ç maddesi uyarınca 15 vakıf üniversitesi kapatılmıştır. Bu kurumlar hakkında detaylı değerlendirme bu yazının kapsamı dışında olmakla birlikte, yükseköğretim tarihindeki kapatma uygulamalarının en geniş ölçekli örneğini teşkil etmektedir.
  • İstanbul Şehir Üniversitesi (2020): 30 Haziran 2020 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararı uyarınca; Kurucu vakfına kayyım atanan ve garantör üniversitesi tarafından yapılan denetimler sonucunda mevcut mal varlığıyla eğitim ve öğretim faaliyetlerini sürdüremeyeceği tespit edilen ve bu durumu Yükseköğretim Kurulunca onaylanan İstanbul Şehir Üniversitesinin faaliyet izninin kaldırılmasına 2547 sayılı Yükseköğretim Kanununun ek 11 inci maddesi gereğince karar verilmiştir. Karar, garantör üniversite denetimi → YÖK onayı → Cumhurbaşkanı işlemi zinciriyle vakıf üniversitelerinin kapatılabilmesine dair somut bir örnek teşkil eder.

 

Garantör Üniversite Kurumu

Vakıf üniversiteleri, bir devlet üniversitesine “garantör” olarak bağlanır. Bu kurumun amacı, faaliyet izninin geçici olarak durdurulması veya kaldırılması hâlinde öğrencilerin eğitimlerinin aksamadan sürdürülmesini sağlamaktır.

Nitekim Haliç Üniversitesi sürecinde İstanbul Üniversitesi, Şehir Üniversitesi sürecinde ise Marmara Üniversitesi garantör üniversite olarak devreye girmiş; böylece öğrencilerin mağduriyet yaşamadan eğitimlerine devam etmesi mümkün olmuştur. İstanbul Bilgi Üniversitesi bakımından garantör üniversite Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’dir. Ancak somut olayda, garantör üniversitenin devreye girmesini gerektirecek nitelikte bir tespit Yükseköğretim Kurulu tarafından yapılmamıştır. Zira garantör üniversitenin devreye girmesi, vakıf üniversitesinin faaliyet izninin geçici olarak durdurulması veya kaldırılması hâllerinde gündeme gelir. İstanbul Bilgi Üniversitesi bakımından ise YÖK tarafından bu yönde alınmış herhangi bir karar bulunmadığından, garantör üniversite olan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nin müdahalesi söz konusu olmamıştır.

 

Sonuç

Kurucu vakfa kayyım atanması ile yükseköğretim kurumuna yönelik idari yaptırımların birbirinden ayrılması gerekir. Zira Türk Medeni Kanunu ve 5737 sayılı Vakıflar Kanunu uyarınca vakıfların gözetim ve denetimi esasen Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne aittir ve vakfa kayyım atanması kararı adli yargı mercilerinin yetkisindedir. Buna karşılık, 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ve ikincil mevzuat uyarınca bir vakıf yükseköğretim kurumunun faaliyet izninin geçici olarak durdurulması veya kaldırılması gibi yaptırımlar, münhasıran Yükseköğretim Kurulu’nun idari denetim ve karar süreçlerine tabidir. Bu bağlamda, vakfa kayyım atanması ile üniversiteye yönelik idari yaptırımların hukuki dayanakları ve yetkili mercileri farklıdır; Kurucu vakfa kayyım atanmasının, Ek Madde 11 uyarınca üniversite ölçeğinde kendiliğinden sonuçlar doğurması mümkündür; ancak bu sonuçların sınırsız biçimde yorumlanması kabul edilemez. Zira kayyım müessesesi, vakıf tüzel kişiliği üzerindeki yönetimsel tasarrufları güvence altına almak için öngörülmüş olup, üniversitenin akademik ve idari işleyişini bütünüyle ortadan kaldırmaya hizmet etmez. Bu nedenle söz konusu düzenleme dar yorumlanmalı; yalnızca mütevelli heyetin ve rektörlük makamının tasfiyesiyle sınırlı sonuçlar doğurduğu kabul edilmelidir. Aksi halde, yükseköğretim özerkliği ve hukuki güvenlik ilkeleriyle bağdaşmayan ölçüsüz sonuçlar ortaya çıkar.

blog.disclaimer.title

blog.disclaimer.content legal.disclaimer

news.relatedPosts